Türkiye’de seçmen davranışlarını anlamaya yönelik olarak yapılan mevcut siyasi eğilim araştırmaları neredeyse bütünüyle nicel yöntemlerin etkisi altındadır. Büyük miktarlarda sayısal veriler ve istatistikler çeşitli veri işleme programlarıyla analize tabi tutularak kolayca ‘nesnel’ sonuçlara ulaşılabileceği gibi bir yanlış algı hakimdir. Bu tür çalışmalarla elde edilen nicel sonuçlar üzerine ‘deneyimli’ (uzun süredir ekranlarda gözüktükleri için sorgulanmaksızın deneyimli oldukları varsayılan) isimler niteliksel analizler, yorumlar ve öngörülerle ihtiyaç duyulan derinlemesine anlama ve anlamlandırma beklentisini karşılama yoluna gitmektedirler. Ne var ki bu türden nicel çalışma üzerine kurulu analizler -niteliksel bir biçimde yapılsa bile- sahadan elde edilen deneyim esaslı içgörüye ve kültürel anlam dünyasının ipuçlarını veren subjektif bilgiye yaslanamadığından ve de nihai analizleri yapanların ilk elden bilgiye sahip olmamalarından dolayı bu kişiler aslında nicel olanı derinleştirmeden nitelleştirmekte ve tersten bir süreçle, sayıları içgörülere dönüştürmeye çalışmaktadır.

Halihazırda yapılan nicel çalışmalarda genellikle yüzyüze anketlere başvurulmaktadır ancak bu anketlerin sağlaması ve denetimi oldukça yetersizdir, dolayısyla büyük bir güvenilirlik problemine sahiptir. Veri toplama kısmında çalıştırılan kişiler rastgele ve özensiz bir şekilde seçilmekte, seçildikten sonra ise işin ve söz konusu projenin gerektirdiği eğitim ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Bu araştırmaların bütçesi düşük ve çoğu zaman seçimden seçime yapıldıkları için kısa zamanda en yüksek kazanç anlayışıyla işin etiği ve teknik kuralları çok büyük ölçüde ikincilleştirilmekte ve sık sık ihlal edilmesinde  bir sakınca görülmemektedir. Anketlerin kimlere uygulanacağı ve hangi bölgede yapılacağı boyutunda da yeterli analiz ve doğru örneklem seçimleri söz konusu değildir. Anketler, sayıları tamamlamak için birbiriyle özellik bakımından uyumsuz bölgelerde, adeta “sokaktan geçenlerle” yapılabilmektedir.

Oysa ki; örneklem evrenin bir parçası olup, hem araştırma hem de istatistik bakımdan büyük önem taşır. Örneklemin en önemli özelliği yansız ve temsili olmasıdır. Seçilen örneklemden elde edilen bilgiler kullanılarak, evren konusunda doğru bilgilere ulaşılmaya çalışılır.

Örnekleme, insanların günlük hayatıyla iç içedir. İnsanlar çoğu kez kararlarını örneklemeden faydalanarak alır.

Tencereden alınan bir iki pirinç tanesi pilavın olup olmadığının, bir yudum çay bir çaydanlık çayın nasıl olduğunun, bir bölgede bulunan birkaç tarladaki buğdayın seyri ise o bölgedeki buğdayın gelişmesinin nasıl olduğunun bir göstergesidir.

Örnekleme, bir araştırmanın konusunu oluşturan evrenin bütün özelliklerini yansıtan bir parçasının seçilme işlemini belirtir. Örneklem, seçildiği bütünün küçük bir örneğidir.

Örneklemin seçildiği grubun tümü ise evreni oluşturur. Örneklem seçilirken, örneklemin temsil yeteneği taşımasına ve yeterli büyüklükte olmasına dikkat etmek gerekir.

Yukarıda verdiğimiz örneklerde;

Çaydan bir yudum aldığımızda, aldığımız yudumun “beni alma” deme şansı yoktur ya da pilav tenceresinden seçeceğimiz bir kaşık ya da birkaç tanenin “beni yeme lütfen” deme şansı da yoktur. Yani bu tür seçimler basit tesadüfi örnekleme seçimleridir.

İstatistikte hesaplanan hata payı da “beni çekme” diyemeyenler üzerinden formüllenmiştir. Her bir parçanın eşit seçilme hakkı vardır.

Bir örnek daha verelim, bir kavanoza 50 tane kırmızı 50 tane yeşil top koyalım. Bu topları karıştırıp kavanozdan almaya başlayalım. Topların, kavanozun içerisinden “lütfen beni çekme” deme hakları yoktur. Hepsi eşit seçilme şansına sahiptir.

Gelelim araştırma ile ilişkisine;

Basit tesadüfi örnekleme ile bir araştırma planladık ve veri toplama tekniğinden bağımsız saha çalışmasına başladık. Bu çalışma sırasında bizim eşit seçilme hakkı verdiğimiz katılımcıların “lütfen beni seçme katılmak istemiyorum” deme hakları var mı? Evet, elbette katılımcılar araştımaya katılmama hakkına sahiptir.

Araştırmalardaki istatistik hata, araştırmalara katılmak istemeyen kişiler ile başlıyor. Eğer, araştırmaya katılmak istemeyenler birbirlerine benzer kişilerden oluşuyorsa; yani bir meslek grubundan, bir yaş grubudan ya da bir bölgede yaşayan insanlardan  v.b. bir kümeye dahilse hata sınırlarından söz etmek artık mümkün olmuyor.

Araştırmaya katılmak istemeyen ve birbirlerine benzeyen kişilerin kümelenmesini önlemek için yeterli örneklem büyüklüğü ile çalışmak gerekir.

Örnekleme yapılırken, öncelikle araştırmanın amaçları doğrultusunda sonuçların genellenmek istendiği evrenin sınırlandırılıp, çalışma evreninin tanımlanması gerekir.

Hedef kitlenizin evreni büyükse, 300 – 500 – 1500 görüşme ile doğru sonuçlara ulaşmak sadece tesadüf olacaktır. Bu örneklem büyüklükleri ancak evreni temsil edenlerin kavanozdan kaçma şansı olmadığı durumlarda belli hata payları çerçevesinde sonuç verir.

İnsanların kavanozdaki toplardan farklı davrandıklarını bildiğimize göre, örneklem büyüklüğü daha dikkatli oluşturmalı ve hata payından daha dikkatli söz edilmelidir.

Şu anda bütün bunlar yapılamamakta ve bu nedenle güvenilir veri akışının önündeki son derece kritik engeller olarak karşımıza çıkmaktadır. Anket yapan şirketlerin insan kaynağı ve teknik diğer alt yapıları, yapılan işe uygun ve yeterli değildir. Mevcut kamuoyu araştırma şirketlerinin çok büyük bir kısmı araştırmacıların oluşturduğu derneğe üye değildir ve böylelikle sistematize edilmiş çalışma prensipleri ve denetim zorunluluğundan kurtulmuş olmaktadırlar.

Hemen hemen her seçim öncesi araştırma verileri manipüle ediliyor düşüncesi hakimdir, bu nedenle geçmiş dönemde bir taslak yasa tasarısı bile hazırlanmış ancak çeşitli sebeplerden dolayı meclis’ten geçirilememiştir. Aslına bakılırsa doğru çözüm bu konunun yasalarla sınırlandırılmış hale getirilmesi değil kendi meslek örgütü içerisinden doğru örneklerle geliştirilmesi olduğu için yasanın çıkmamış olması bir anlamda doğru olmuştur. Ancak bu yasa halen gündemdedir ve meslek örgütü bu konuda bir ilerleme sağlayamamıştır.

Bütün bu eksikliklerin yarattığı sonuç, seçmenlerin ve vatandaşların, gerçek görüş ve düşüncelerini anlamaktan ve buna göre kalıcı politikalar geliştirme imkânları yaratmaktan çok, en fazla olası seçimlerde nasıl hareket edeceklerini önceden tahmin etmekle sınırlı çalışmalardır. Nasıl hareket edileceğine dair tahminlerde bulunmak elbette seçim öncesi zamanlarda önemli bir sonuçtur ancak bu tek başına bu hareketin yönünü istenilen şekilde belirlemek ve davranış değişikliği yaratarak seçimlerde ve sonrasında kalıcı başarılar elde etmek için yeterli değildir.

Türkiye’de yapılan, bu tür araştırmaların sahaya ve anlamaya yönelik içgörüsel veriye tam olarak dayanmamasından, sonrasında bir uzmanlar ekibiyle doğru bilimsel analizler yapılamamasından dolayı doğası gereği barındırdığı bir yetersizliğin “aşırı-yorum” denilen bir yolla kapatılmaya çalışılmasıdır ve bu yönüyle bu tür çalışmalar -bilerek veya bilmeyerek- çok önemli bir perdeleme ya da karartma -ve de yanlış yönlendirme olasılıkları- taşımaktadır.

Buradan hareketle, Türkiye’deki mevcut kamuoyu araştırmacılığının sorunları ve olması gereken durum şöyle sıralanabilir:

  • Araştırmalar, neredeyse bütünüyle seçime endeksli olarak yapılmaktadır ve seçimler bittikten sonra uzunca bir süre sahada herhangi bir çalışma ihtiyacı duyulmamaktadır. Seçime fazlaca endeksli çalışmanın sorunlu yanı, bu işi yapan şirketlerin söz konusu seçim döneminin çoğunlukla “geçici” olan dönemsel rüzgarına göre kolayca bir ya da birkaç partinin iktidar alanına kayması ve kısa sürede partizanlaşarak sonraki zamanlar için etki gücünü önemli ölçüde yitirmesi, bir anlamda “kirlenmesi”dir.
  • Mevcut kamuoyu araştırma kuruluşları “tek-kişilik şirketler” gibidir denebilir. Kamuoyunda öne çıkan, ekranlarda söz söyleme kabiliyeti olan lider bir ismin bütünüyle kontrolünde ve şekillendiriciliğindedir. Araştırmaların tasarımından saha kısmına ve analizine kadar her aşama bu öne çıkan lider kişilerin yönlendirmesine, “manipülasyonuna” ve partizanca yaklaşımlarına oldukça açıktır.
O nedenledir ki veri kaynağını çoğullaştırmak ve nicel yöntemleri niteliksel-etnografik yöntemlerle bir arada kullanarak veri ve analiz kaynağını, kapsayıcılığı güçlendirmek üzere çeşitlendirmek gerekmektedir. Niteliksel-etnografik yöntem ve teknikleri nicel çalışmanın arkasına bırakmaksızın her aşamada, başlangıç, süreç içi ve analiz kısmının hepsine entegre ederek yararlanmak gerekir. Bu anlamda, klasik olarak yapılan anketlerde nitel araştırma yöntemlerini yalnızca analiz esnasında değil, veri toplama ve sahadaki yorumlamalardan başlamak üzere birleştirmek, araştırma soruları, tasarımı, içgörü ve sonuçlarına kadar büyük kırılmalar yaratacak önem taşımaktadır. Siyasi davranış, yerleşik kanıların ötesinde bir hayli subjektif ve kültürel bir içerik taşımakta, aynı partiye oy veren insanların bile şehirden şehre ve hatta ilçeden ilçeye hayata bakış, beklenti ve talepleri konusunda büyük farklılıklar gösterebilmektedir. O nedenle, bu alan ancak derinlemesine anlaşılabilirse insanların dünyaya nasıl baktıkları ve neden o şekilde davrandıklarına ilişkin içgörülere ulaşılabilinir.
  • Bir diğer konu olarak, yaşadığımız demokrasi sorunlarından çıkış yolu olarak demokratik siyasetin gidiş yönü bir tür ‘hibrit siyaset’ diyebileceğimiz şekilde, farklı ideolojik kamplara hapsolup sıkışmayan, farklı ideolojilerden insanların birbiriyle ilişki kurabildiği, yan yana ve iç içe ilişkiler geliştirebildiği bir yerden geçtiği gözükmektedir. Yeni kuşaklar kendilerini sadece sosyalist, muhafazakar, liberal ya da milliyetçi olarak tanımlamamakta, farklı oranlarda hepsine sahip olabileceklerini hissetmekle birlikte farklı kavramlar üzerinden de politik kimliklerini inşa etmektedirler. Buna karşın mevcut araştırma şirketlerinin çalışma tarzı, geleneksel siyasi anlayışa göre şekillenmiştir ve oldukça köşeli ve insanları keskin sınırların içine sokmaya çalışan bir anlayışa sahiptir.

Nasıl bakmalı?

  • Siyasi davranış içinde irrasyonel bağlılıklar, geleceğe yönelik duygu ve arzular gibi kimi her zaman rasyonel olarak açıklanması kolay olmayan yanlar da epeyce yer almaktadır. Bu bakımdan karşılaştırmalar önemli hale gelmektedir. Farklı yerlerdeki subjektiviteleri ve irrasyonellikleri açıklarken karşılaştırmalar yapmak nihai nesnelliğe ulaşmada kritik önemdedir. Bu noktada nitel çalışmalar içerisinde kültürü içeriden anlamaya imkan veren etnografik yaklaşımlı saha çalışmaları büyük bir önemdedir ve dünyada da giderek anket çalışmalarının yarattığı sorunları giderici bir çözüm olarak görülmektedir. Etnografiyi de içerecek şekilde; duruma, yere ve zamanın ruhuna uygun şekilde planlanacak nitel çalışmalarla anket temelli çalışmaların birlikte tasarlanması, hangi soruların nerede nasıl sorulacağından, verilerin toplumun hangi kesimlerinden elde edilirse gerçekliğin doğru şekilde yakalanıp kavranmasına imkân vereceğine kadar önemli sonuçlar doğuracaktır.
  • Türkiye’de bilinen bir gerçek olarak seçimlerde oyların %25’sinin değişken, %75’inin ise sabit ve değişmez olduğu düşüncesi, bu büyük kesimi yeterince anlamamaya ve bir tür “kendini üreten kehanet” gibi gerçekten de bu insanları harekete geçirecek bir politika ve tutum geliştirilmesini engelleyici olabilmektedir. Bu kesimin hangi nedenlerle değişmediğinin anlaşılması büyük değişimin anahtarlarını içinde saklamaktadır.

  • Türkiye seçmeni için, ‘asıl belirleyici kitle’ anlamında çokça kullanılan bir tabir olan ‘Sessiz çoğunluk’, sadece konuşarak ve sadece dinleyerek anlaşılması zor bir topluluğu ima eder. Burada gerçek, sessizliğin içindedir. Bu bakımdan da yakın gözlemin; o insanların arasına karışıp hayatlarına katılmanın, etkileşim doğuran bir güçlü ilişki içinde çalışmanın önemi son derece büyüktür. Diğer taraftan mevcut şirketlerin çalışma felsefesinde gerçeğin ve verilerin “orada bir yerde” hazır halde beklediği, yapılması gereken işin ise gidip onu oradan “toplatıp” getirmek olduğu yönünde bir yanlış bilinç oluşmuş durumdadır. Oysa, insan ve insan toplulukları söz konusu olduğunda gerçek hiçbir zaman katı halde orada bir yerde öylece bekleyen bir şey değildir. Bazen bu insanlar kendilerine açıklayamadıkları nedenlerle bir takım davranışlarda bulunmakta, bağlılıklarını sürdürmekte ve bilince taşıyamadıkları veya kendilerine bile itiraf edemedikleri pek çok duygu ve düşüncenin etkisi altında hareket edebilmektedirler.

 

Bu nedenle, araştırmaların herhangi bir partiye angaje olmadan bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmesi, yeni hibrit siyasetin kodlarını anlamaya çalışılması son derece önemlidir. Ve salt seçim başarısına ya da sonuçlarına endeksli olmayan bir kültür oluşturmak da gereklidir. Aksi halde, inandırıcılığı ve etkisi o ölçüde partizanca bir yere çekilecektir. Yeni kuşakların siyasete bakışı da bambaşkadır. Sanılanın aksine yapılan çalışmalarda bu kuşakların siyasete uzak ya da yönetimde yer almak istemeyen değil, klasik ve bilindik yol ve yöntemlerle bunu yapmak istemeyen, oyunu yeni ve kendi kurallarıyla oynamak isteyen kişiler olduklarını göstermektedir. Bu durum kendi içinde büyük bir değişim dinamiği barındırmaktadır.

 

 

 

** Bu yazıda en basit anlatımla tesadüfi (rassal) örnekleme tercih edilmiştir.**
İçeriği Şimdi Paylaş